Düşük ücretler, kredi borçları, ertelenen ihtiyaçlar : ‘Ramazan bereket ayı ama soframızda bereket yok’
Esenyurt'ta yaşayan bir işçi ailesi, kredi borçlarıyla geçinmeye çalışıyor. Baba Tahsin, geçirdiği iş kazasına rağmen çalışmak zorunda. İftar sofrasında nadir görülen tavuk, misafir için özel alındı.

Fotoğraf: Evrensel
Eylem NAZLIER
nzlr.eylem@gmail.com
İstanbul – Kredi borçlarıyla ayakta kalmaya çalışan bir ailenin iftar sofrasına konuk olduk. Misafir geleceği için kredi kartıyla alınan tavuk, sofrada nadir görülen bir lezzet. Anne Halime, “Şükretmeye alıştırdılar bizi” diyor. Baba Tahsin ise geçirdiği iş kazasının ardından hâlâ çalışıyor, çünkü “İş göremez raporu alırsam bir daha iş bulamam” diye korkuyor.
Esenyurt’un asansörü olmayan bir apartmanın en üst katındaki işçi bir ailenin evdeyiz. Burası Tahsin ve Halime’nin dört çocuklarıyla yaşadıkları evleri. 2016’da Kars’tan göç etmişler. Tahsin, Kars’ta çobanlık yaparak geçimini sağlıyormuş ama bir süre sonra yetmemiş. “İstanbul’un taşı toprağı altın dediler” diye gülerek anlatıyor. İlk başta kirada oturmuşlar, sonra kredi çekip ev almaya karar vermişler, “Ev sahibiyle, kirayla uğraşmaktansa krediyle ev alalım dedik” diyor Tahsin. Bir bankadan çektikleri krediyle Esenyurt’ta bir ev almışlar. Bugün hâlâ kredi borcu ödüyorlar.
Sofraya oturuyoruz. İftar açılıyor. Sofraya kredi kartıyla alınmış tavuk yemeği, makarna, cacık ve bolca ekmek konuluyor. Oysa bu sofra, yalnızca misafir geleceği için özel hazırlanmış. Halime anlatıyor:
“Sizin için aldık. Normalde soframızda tavuk pek olmaz”
Halime sözlerine şöyle devam ediyor; “Ramazan bereket ayı ama soframızda bereket olmuyor. Sebze, meyve zaten çok pahalı. Bizden daha kötü durumda olanlar var diyoruz. Bizi şükretmeye alıştırdılar.”
Sofradaki ekmek bölüşülerek oruç açılıyor. Çaylar konuluyor, sohbet başlıyor.
‘Üzerime asit döküldü, beni o halde çalıştırdılar’
Tahsin, yaşadığı iş kazasını anlatıyor. “Bir Alüminyum fabrikasında paketleme bölümündeydim” diyor. O gün vardiya amiri, asit dolum işini yapmasını istemiş. “Benim görevim değildi. Ama boş durmayalım dediler. Ne eldiven verdiler ne de maske. Vanayı açtım, basınç yaptı, asit üzerime döküldü.”
İlk başta “Bir şeyin yok” denilip çalıştırılmış. Ama yarım saat sonra dayanamaz hale gelince bir arkadaşının yardımıyla hastaneye gitmiş. Orada kimyasal yanık teşhisi konmuş. Dört gün hastanede yatmış, iki buçuk ay tedavi görmüş. Üç aylık raporunun sadece bir ayının maaşını alabilmiş:
“Zorla bir ayın parasını aldım. Dedim benim ödemelerim var, ev geçindiriyorum.”
Fabrikadan arayan olmamış. Sadece patronun babası bir kez telefon açmış. “İhtiyacın var mı diye sordu. Benim ihtiyacım mı var? Ben sakat olmuşum, bir daha arayan bile olmadı.”
Tahsin şimdi başka bir alüminyum fabrikasında çalışıyor. “Kolumu tam açamıyorum. İş göremez raporu alırsam bir daha iş bulamam. Engel verirlerse ‘Seni çalıştıramayız’ derler. Çocuklarıma nasıl bakarım?”
Nisan ayında davası var. “Avukat umut veriyor ama... Karşımızda patron var. İşçiyi ezerler” diyor.
Tahsin’in kazandığı asgari ücret ve fazla mesai ile eline ayda 35-36 bin lira geçiyor. Ama ev kredisi, faturalar, mutfak masrafı derken cebinde para kalmıyor.
Kredi kartlarını gösteriyor. “Ayın ortası, bak eksi 17 bin lira” diyor. Borçları krediyle çeviriyorlar.
Tahsin, “Çalıştığım yerin bayram ikramiyesini bekliyorum. Çocuklara üst baş alacağım” diyor.
‘Çalışmak zorundayım’
Bu sırada sofrada Tahsin’in 18 yaşındaki kızı Sıla sessiz. O da ailesine destek olmak için çocuk yaşta çalışmaya başlamış. Astım hastası olmasına rağmen bir kozmetik fabrikasında saç boyalarını paketliyor. İş yerinde rahatsızlandığında ise ona, “Hastaneye gidersen, dışarıda rahatsızlandığını söyle” denilmiş. Bir gün fabrikadaki kimyasallar yüzünden cildi tahriş olmuş, kızarıklıklar çıkmış. Yöneticileri onu hastaneye götürmüş, “Doktor sordu, ne oldu sana böyle ‘Çalışıyordum’ dedim. Yanımdaki kaş göz işareti yaptı. Ben de sustum. Doktor da sormadı”
Maaşıyla kendine tek bir şey alamıyor. “Son iki yılda ilk kez geçen hafta bir pantolon ve bir kazak aldım” diyor.
Hayalini soruyorum, Sıla şöyle anlatıyor:
“Benim yeteneğim var; saç ve makyaj konusunda başarılıyım. Kurslara gitmeyi çok isterdim ama aileme maddi olarak destek olmam gerekiyor, onların bana ihtiyacı var. İşten bana vakit kalmıyor. Ama hayalimin elimden gitmesini de istemiyorum. Astımım var, üstelik çalıştığım yerde sürekli kimyasala maruz kalıyorum. Daha düzgün bir iş arıyorum ama bulamıyorum.”
‘Çocuklarımızın gözü her şeyde kaldı’
Halime anlatıyor: “Üç-dört haftada bir pazara gidiyoruz. Genelde BİM, A101... Ama her şey pahalı. İki üç parça şey alıyorsun, 1000 lira gidiyor.”
Çocuklarının okul masrafları bile büyük yük. Sabahları yanlarına meyve, süt ve poğaça koyuyor. “120 lira tutuyor. Çocuk çikolata istiyor, alamıyorum. Elini uzatıyor, ‘Almayalım’ diyorum, üzülüyorum.”
2 çocuk okula gidiyor ama kırtasiye masraflarını bile karşılamakta zorlanıyorlar.
Halime, “Bir defteri ortadan ikiye böldük, iki dersi tek defterde yazıyorlar. Çocuklar arkadaşlarının beslenmesini görüyor, ‘Anne bana da koy’ diyor. Biz ise ‘yok’ demeye alıştık” diyor.
‘İnsan gibi yaşamak istiyoruz’
Tahsin yıllık izinlerinde bile çalışmış. Tahsin ve Halime tatile hiç çıkmamışlar. Esenyurt dışında en fazla Büyükçekmece sahiline gitmişler.
Halime, “Dışarıda yemek yemeyi bırak, bazen hastaneye gidiyoruz, sabah kahvaltı yapıyoruz, akşam aç susuz dönüyoruz” dedi.
Çocukları ayakkabı isteyince alamıyorlar. Halime, “Ayakkabısı yırtık, okula öyle gidiyor. Babası ‘Bayramda alırız’ dedi” diyor.
Kırmızı et sofralarına yılda bir kez, bayramdan bayrama giriyor.
Son olarak hayallerini soruyoruz. Halime söze giriyor:
“İnsan gibi yaşamak istiyoruz. Çocuklarımız bir şey istediğinde ‘Nasıl alırız’ diye kara kara düşünmek istemiyoruz.”
Evrensel'i Takip Et